Gecelerle de dolu olduğu gibi; yaşamların içerisinde sayısız günler vardır. Bu sayısızlığa rağmen; “ Ben bu hayattan hiçbir şey anlamadım!” haykırışları da bir türlü dinmez, bitmez…
Niçin? Dünyaya kıstırılmış, bilinen tek yaşamın olduğu gezegenin bunca yetmezliği? İnsanın reddedilişi, yani ölüm yoluyla dünyasını terk edişi, bir türlü kabul edilmez bir küskünlük, karşı duruş, kırgınlık mı yaratıyor?
Yoksa insan denen canlının, her gün tekrarladığı şeyden bıkıp usanmasını; koca bir yaşamı, bir gün ve bir gece gibi algılayışının kâbusu mu ürkütüyor bizi; bizleri?
İrlanda edebiyatının ustası seslenmiştir seslenmesine; yaşamın günlerle dolu olduğunu anlatmak istemesi; aynı zamanda gecelerinin de varlığını getirir ardında. Uyarılmayı, kendine gelme duyurusunu da yapar, edebiyatın o derin, uçsuz bucaksız zamana yayılan, yankı yapan borazanıyla…
İyi ama gün ve geceleri birbirinden ayırma konusunda sen uzman mısın? Diye bir soruyla gelebilirsiniz bana! Alacağınız cevaba, satranç bilen bir insanın, insana olan düşkünlüğünün karşılığı olan diplomasi sanatıyla cevap vereceğim; siz soylu kişilere.
Kendi şahsımda, bu şehir; içinin de, dışının da kanıma karıştığı Tekirdağ’da yaklaşık 12 Bin Beş yüz gün yaşadım. 12 Bin Beş yüz günümün yanında 12 Bin Beş yüz gece; geceler-günler geçirdim. Sahilde ki kavak ağacı da öyle… Ilgınlar da…
Zaman zaman günlerin, gecelerin birbirine karıştığı, ipin ucunu kaçırdığım olmadı mı? Pek de fazla… Hani, küçükken anneniz size şu ip çilesini tut da, yumak yapayım der! Ve tutma ile tutmama arasında çocuk çelişkileri içerisinde karışıverirsiniz ip çilesinin içine…
Gün ve geceleri; birbirinin içerisinden koparmak; düğüm atmaya benzer. Gemici düğümü, çiftçi düğümü; yemin düğümleri ve bir de kör düğüm… Kör düğümün düğümcükleri iyice pataklar sizi. Eninde sonunda keser, zarar verisiniz ipin bir kısmına.
Gün ve geceler de; yani yaşam; bize ait olan bu değerli bilmece de kör düğüm olduğu an; ya kesilecek, bir kısmına kıyılacak, ya da düğümcüklerin içerisinde sonuna kadar; hatta sonsuza kadar DEBELENECEK duracaksınız.
Bu bir kehanet midir? Katiyen! Öyle bir sersemliğin içerisine girip, bütün insanlığın veya koca bir çoğunluğun yükünü sırtlayacak, gaipten gelecek bir sürü sesle uğraşacak VAKTİM yok.
O yücelikten bir ses çıksa; seni vekil tayin ediyorum dese; şiddetle kabul etmem. 22 yaşında istifa ettiğim yöneticilikten kaçarcasına kendi mağarama, saflığıma, çelişkiler, yetmezliklerle dolu İNSAN halime tutunurum.
Böyledir kör düğümün çilesi; düğümcüklerin birbirine olan tutunmalarının hıncı büyüktür. Koca bir yaşamın nasıl geçtiğini hissettirmezler bile. Tutunmuşunuzdur bir sürü KOCAMAN ahmak unvanlara-sıfatlara…
Eziliyorsunuz, inim inim inliyorsunuzdur da ağlayanınız, anlatanınız yok. Çünkü üzümlerin birbirileriyle birleşik bir yaşamları vardır; birbirlerine baka baka kararmaları gibi…
Ya kör düğümü kesip bir parça ipliğin kaybolmasına, ziyanlığa, insiyatife; ya düğümcüklerin soylu debelenmesine aitsiniz.
Bunun başka yolu yok mu? Edebi, felsefi, Beşiri dünyanın sonsuzluğu içerisinde başka yollar bulmak; bir parça Yunus çileleriyle yol almak da lazım gelir. Gazali gibi eninde sonunda bütün kitaplardan kurtulup, özünmsenen bilginin en değerli olduğunu, saf kendimizi anladığımız zaman; seçenekler dünyası; tam da ayaklarımızın önünde, eğilmemiş başımızın karşısında “hadi” diye sesleniyordur; kim bilir…
HER+YAŞAM+GÜNLERLE+DOLUDUR