Neredeyse 7,5 saate yaklaşan bir filmi; durağanlığın en durağanlarından… Özlediğimiz rüzgâr ve beklenen yağmur; hafızalara; yani genetiğe kazılan kıyametimsi bir şıpırtı içinde; çamura; insanın hammaddesine dönüşen bir ıslaklık…
Rüzgâr ve çamur; göçleri tetikleyen doğa olaylarından sadece birkaçı… Rüzgârdan, çamurdan, soğuktan kaçtı insanlar; insanlığı aramak ve daha rahat etmek için kentlere.
Yedinci Sanat olarak kabul gören sinema; insanın bırakıp gittiği, nice yabanıl olayı, objeyi; anı ve hatırayı; yine insanın eli, düşüncesi ve iradesiyle ortaya çıkartıyor. Bale Tarr, Macar Sineması için yapmış olduğu sınırların çok ötesine taşarak; uluslararası kavuşuma hak kazanıyor.
Neredeyse bütün sahneler ıssızlıkla ödüllendiriliyor. Sıkça donan perde; üşüyen, yalnızlaşan ruhlarımızın, hiç bitmeyecek düşlerine doğru savruluşumuzu ve her savruluşta bir inanca yapışıp, öteki tarafın, diğer boyutun giriş biletini; sırat inceliğini geçiş hakkını arama gerçeğinden hiç vazgeçmediğimizin de hatırlatmasını yapıyor Şeytanın Tangosu.
Gücün çekiciliği, yoksulluğun, çaresizliğin devasa, masalımsı düşleri… Kurtarıcı rolüne sarılan rejim ve diğer etkiler… Hepsi, aradığı karşılık, beklediği kurtuluş gibi insanın… En küçüğümüzden en büyüğüne kadar; şükür ederken de, aynı kurnazlığa, lanetlerken de aynı kurtarıcıya; hesabın başkası tarafından ödetilecek oluşun çare üretme mantığına sarılmamız gibi…
Filmin başlangıcında korkunun duyurusu yapılır; hiç bitmeyen çan seslerinin uğultusu sanki bu duyuruyu yapıyor gibi başlar; canlanır canı çıkmış, donuk, soluk sahneler; -
Geliyorlar, geliyorlar, seslenişleri, rüzgârın ve yağmurun sıradanlaştığı kadar etkisizdir… Gelenlere karşı direnecek birileri yok gibidir. Can çekişen kedi gibi; kusursuzluğu düşleyen ve bin bir türlü kusurlu hale gelmiş insanın; temiz kalması için ısrarla; dünyevi dürtülere sarıldığı kadar, ebedi dünyanın göstergesi sayılan seslere, öğütlere, yasalara da kulak verişi; ilginç ve çaresiz bir şeyi anlatır.
Kabul edişi; usta işi rol yapıp, ruhumuzu bile, gerektiğinde kandırma zanaatına kavuştuğumuzun gerçeğini; kim bilir kaç milyondan bu yana…
Oysa kentlere hücum ederken; doğanın yasalarından birisi olan rüzgârdan da kaçıyorduk… Yüzümüzü, ellerimizi yaralayan, katılaştıran doğa olayından…
Bu rüzgârı en iyi hisseden, hissedilen bölgeden seslenir Bela Tarr; yedinci sanat kabul edilen sinema dünyasına adanmış bir şekilde. Korkusu yoktur, aksiyonu, albenisi yok gibi görünen sahnelerin beğenilmemesinden dolayı. Sanatın doyurucu tarafı, tam da açken, yoksulken, alkışlar yokken; en sağlam rüzgârlar esiyorken ve çamura batmış; birkaç insanlık can çekişiyorken çıkar ortaya.
Şeytanın Tangosu, bütün insanlığın oyunundan ibaret sadece bir sinema sahneler topluluğu. Üç günde izlediğim bu film, üç kez daha izlenilirse yer edip, kendi imbiğinden geçecek olanla yetinme şansı verir insana.
O zaman rüzgârın, yağmurun, çamurun da gerekli olduğunu, düze çıkıyoruz derken, her tarafı asfalt, beton ve renkli düşler yaratarak, yine insanın ruhunu, teslimiyetini, yalnızlığını, lüks içinde ki çaresizliğini kurtaramayacak oluşumuzun farkına varırız. Kendimize adil olduğumuz kadar; bütün toplumlara, deneyimlere, rejimlere, övdüklerimiz kadar, tükettiğimiz, yok ettiklerimiz kadar var etme onları anlama çabaları geliştirmek gibi güzel bir görgüye, algıya sahip olabiliriz…
Sinema sanatı; teknolojinin verimliliği, ticari, siyasi, psikolojik tarafı iyi ayıklandığı an veya bunu analiz edip, kalanla yetinme, yenilgileri ve galibiyetleri bir kenara itme gibi beceriyle buluşturabilir bizleri. Ne yücelme derdiyle ömür tüketip, tepinme şamatası içinde hiçbir şeyi fark etmeden gitme, ne de korkuları katmerleşmiş ama bu korkuları her daim bir karşılık, ödendi yoluyla erteleme, neredeyse insan olmadan yılma sıyrıklığımızı bir tarafa bırakmak gerektiğini da anlatacaktır.
Bütün yasaları, gelenekleri, telaşları, bizi zapt altına almış bilinçaltı bekçileri, nezaket hoşluğu içinde selamlayarak, kendi yasalarımızın bol seçeneklerini; erdemli bir birleşik; yeni bir buluş, icat ve anlayış şeklinde yürürlüğe koyup keyfini çıkartmamız çok mümkün…
Katiyen, kabul etmiyorum; her türlü seyrin, her türlü kitabın, tiyatronun, insanın; insansızlık ile dengeye ulaşacağını! Ayıklamak, seçice davranmak; en doğal bir hak, gerekli bir 21.yüzyıl şansıdır bize. Titizliğimiz, insanlardan kaçmak değil; belaların ağır yükünden; bir sürü çürümüş bilginin, görüntünün, değerin, yasanın ruhsuz hale gelişlerinden ötürü…
Şeytanın Tangosu; hazırsanız; ısrarla girip rüzgârın içine; çizmelerinizle veya yalınayak basarak çamurlara; izlemeniz, kendinizi de görüp, ruhunuzdan, değerlere yapışmış veya en az Bela Tarr’ın sahneleri kadar kıpırtısız oluşunuz ile yüzleşme şansını, ısrarla korkmadan, usanmadan isteyin; kendinizden…
ŞEYTANIN+TANGOSU